SATIRLARIM VE ARASINDA KALANLAR...





29 Aralık 2011 Perşembe

Kurmak istediğim iki sözcüklü bir cümle,
Tüm anlamı ve özelliğiyle hazır belleğimde, beklemede.
Yeni doğan gün  getirir mi layığını bilemem
Korkum diyemeden gitmede, sevemeden bitmede.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Şu sıralarki tarifimde sık kullanılmak gereken 2 sözcük: biraz komplike, biraz müphem...

8 Aralık 2011 Perşembe

Ayrılık

Ayrılık. Bir annenin evladından ayrılışı, bir daha kavuşmamacasına. O körpe elin ellerinin arasından sıyrılışı, gencecik bedende mukim ruhun sonsuzluğa uzanışı. Gidişi ve bunu kabullenmek zor tabii ama bi daha asla geri gelmeyeceği gerçeği çok daha fazlası...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Kedicik

Bugünlerde ısrarla benim olmaya çalışan bir kedicik var. Ummadığım anlarda karşıma çıkıp melodik serenatlarda bulunuyor bana. Anlamadığı kısa sorularıma kendince cevaplar veriyor miyavlamak suretiyle.
Vakitli vakitsiz penceremin kenarında beklerken buluyorum kendisini. Kendini hatırlatma telaşı içinde gibi. Sesimi duyar duymaz da orda olduğunu belli ediyor. Kimi geceler de penceremi tırmalayarak içeriye girmek istediğini ima ediyor. Derdi yemek filan da değil hani. Zira çoğu kez verdiğim yemeğe değil, yüzüme bakmakta. Kucağıma tırmanmak onu daha çok mutlu ediyor :)

Sevilmeye bu kadar istekli bir hayvan görmemiştim daha önce.
Sabırla sahibi olmamı bekliyor benden.
Yılmadan ve umutla bekliyor sevgili minik kedicik :)




Kendisini merak edenler için bir de fotoğrafını koyalım değil mi :)



Nazar Sözlüğü'nden

Elif Şafak'ın Mahrem isimli kitabının son kısmında yer alan Nazar Sözlüğü okuyucuyu ilginç tanımlarla, kısa öykülerle ve ifadelerle buluşturuyor.

Zühre: Derler ki, aşk da unutulurmuş  her şey gibi. Hem de yaşanıp bittikten, soğuyup küllendikten sonra değil, tam da dolu dizgin devam ederken unutulurmuş aşk.
Neyse ki, Zühre yıldızı varmış göğün 3. katında. Halen aşık olup olmadıklarını ve eğer aşıklarsa kime aşık olduklarını hatırlayamayanlar göğün 3. katına çıkıp, Zühre yıldızının elindeki aşk aynasına bakarlarmış. Baktıklarında gördükleri yüz, aşık oldukları kişinin yüzü olurmuş.
Derler ki, bazıları sadece zifiri karanlık görürmüş aynada. Böylelerinin hafızalarından şüphe etmeleri yersizmiş. Çünkü tekleyen hafızaları değil, yürekleriymiş.

18 Kasım 2011 Cuma

Hüznün poyrazı eserken gönlümün dar sokaklarında, suretim nasıl tebessüm etsin...

15 Kasım 2011 Salı

Defterler

En büyük tutkularımdan biri defterlerdir. Bu yüzden zaman zaman ziyaret ederim bulundukları mekanları. Oralarda zaman geçirmek, defterin kokusunu duymak büyük keyif verir bana.

Belli sayıda kağıdın ciltlenerek bir araya getirilmesinden daha öte bir şeydir defterler benim için. Hayatımı kayıt altında tutmamı sağlayan, sayfalarına işlediklerimle her geçen gün biraz daha benleşen ve sıradan bir kağıt yığını olmaktan çıkan büyülü sayfalar kompozisyonudur.

Bir defterin sayfaları doldukça kendimi daha işe yarar ve güçlü hissederim. Zihnimde hapsolmuş fikirleri gün ışığına çıkardıkça rahatlarım. Dimağımdaki düşünce yığınları sağ kolumun rotasında kağıda akarken başka fikirlere yer açılıyormuş gibi gelir bana. Kağıda aktarmadıkça sanki aynı şeyleri düşünüyormuşum, ilerlemiyormuşum gibidir. Bir çember oluşturuyormuşum gibi...

Yazdıkça rahatlayanlar vardır ya hani. İşte ben de onlardanım bu sebepten. Bir de, "düşünmek" için "beyin jimnastiğidir" derler ya ben de "yazmak" için "fikir jimnastiğidir" diyorum. Çünkü düşündüklerimi yazarken kimi zaman şekil değiştirdiklerini görüyorum. Farklı anlamlar keşfediyorum. Kalemim adeta bağımsızlaşıyor benden. Şekilde görüldüğü üzere: Bakınız defterlerden bahsederken konu nereye geldi. Bu defa kalemim değil, parmaklarım bağımsızlaştı benden. Klavyenin üzerinde özgürlüklerini ilan ettiler :)

Defterler diyordum. Bir şey daha söyleyip konuyu kapatayım.

Bitirdiğim tek bir defterim var. Arada açıp bakıyorum kendisine. Nasıl büyümüşüm, neler düşünmüşüm, hangi mevsimlerde gezinmişim, hangi hislerin kapısını çalmış ve içeri girmişim; hangilerinin kapısından dönmüşüm içindeler. İthal sözleri kaydetmişim çoğunlukla. Şimdiki defterim daha özgün.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Bir karanlık yayılmaya başladı boşluğa, gittiğin yerden sızan...
Bir çarkın dişlileri gibi durmaksızın hareket etmek, ait olduğun yerde ait olmadıklarınla...

26 Ekim 2011 Çarşamba

Böylesi Daha İyi

Kuytularda kal,
Çıkma ortaya.
Yitirilmiş ol!

Rastlaşma gözlerimle.
Minilmiş vefanla büyü
Ve yok ol!

Sen olma artık bende
Son ol!

25 Ekim 2011 Salı

bir hayaldin,
gökkuşağından kayabilmek gibi,
mitleşen hazine sandığına ulaşabilmek gibi...
bir yabancıydın seni sevdiğimde,
kayıtsızca izlediğimde,
söylenmeyeni
kendimden bile gizlediğimde...

20 Ekim 2011 Perşembe

24 Şehidimize İthafen...

Anne, buralar soğuk, ötelerden hissettiğim sevginle ısınıyor bedenim.
Kalp yanımdan bir sıcaklık yayılıyor vücuduma.
Hayat zor buralarda, donuk ve ağır.
Kamuflajım, silahım ya da postalım değil ağır gelen,
Tertibimin bir soysuzun kurşunuyla gözlerimin önünde şehadete erişmesi.
"Hakkını helal et" derken ben de ölüyorum onunla annem.
Bakan ama artık görmeyen
Gözlerini kapatıyorum.
Son kez bakmak istediği sevdiceklerinin resmi kalmış avucunda,
Kana bulanmış.

Tertibim üşürken hızla, ben de üşümeye başlıyorum annem.
Ama sen geliyorsun aklıma ısınıyor bedenim.
Kalp yanımdan bir sıcaklık yayılıyor vücuduma.
Korkularım var elbet benim de.
Ama 3-5 çapulcunun hain mermisi değil korktuğum,
Bir dağın, sarp bir kayalığın yamacında ölmek de değil.



Korktuğum,
Huzuruna geldiğimde ellerini öpüp koklayamayacak durumda olmak.
Seni duyamayacak,
Sen öpüp koklarken beni, sana dokunamayacak olmak.
Önceleri uzaktan hissettiğim sıcaklığını,
Sen bana dokunurken hissedemeyecek olmak.

Şehit olmak değil benim korktuğum,
Seni görmeden bu mertebeye erişmek.
Seni düşünememek ve ısınamamak korktuğum.

Yüzünü son bir kez görmeden şehit olmak istemiyorum annem...




Resimler (sırasıyla):  Şehit Er Eyüp Çolakoğlu, Şehit Er Yunus Yılmaz, Şehit Er Birol Elmas.


Çukur (ca)

Daha ıslak yanaklarımız kurumadan, gözlerden damlayan yaş yolculuğunu bile tamamlayamadan 24 acı haber daha geldi.

24 şehit...

Kelimeler boğazımda düğümlenirken çığlıklar yükseliyor Anadolu semalarından. Kısa öykülerinin başlığı olacak cümleler dökülüyor en kıymetlilerinin ağızlarından :
"Yavrum, kuşum öldü mü?" 
"Böyle olsun diye mi büyüttüm?"
 ...

Astsubay Kıdemli Başçavuş İbrahim Geçer - Konya (Akşehir)
Jandarma Üsteğmen Murat Bek (Yozgat)
Jandarma Er Koray Özel - Adana (Feke)
Uzman Çavuş Mustafa Aslan - Çorum
Jandarma Komando Onbaşı Yavuz Çoban - Aksaray
Er Eyüp Çolakoğlu - İstanbul
Piyade Astsubay Bilal Özcan - Bilecik


Jandarma Çavuş Birol Elmas - Sakarya
Piyade Er Ufuk Bozkurt - Kırklareli (Vize)
Jandarma Komando Er Süleyman Kalkan - Isparta (Yalvaç)
Jandarma Komando Er Mehmet Çetin - Aydın (Nazilli)
Jandarma Er Mesut Cengiz - Hatay (İskenderun)
Er Mehmet Ağgedik - Elazığ
Er Reşit Ercan - Elazığ


Uzman Çavuş Halil Özdoğru - Sinop
Piyade Onbaşı Fikret Özer - Samsun
Jandarma Er Fevzi Kazak - Gaziantep


Er Yunus Yılmaz - Ankara
Piyade Çavuş İdris Çam - Kahramanmaraş
Er Hüseyin Güldal - Kocaeli
Jandarma Piyade Onbaşı Soner Ateşsaçan - Artvin (Yusufeli)
Onbaşı Mesut Kazanç - Erzurum
Er Ramazan Akın - Ağrı (Hamur)
Piyade Er Ahmet Tuncel - Bitlis (Mutki)





19 Ekim 2011 Çarşamba

Güroymak Denklemi

Bitlis-Güroymak= bombalı saldırı + 5 şehit polis + 3 sivil ölü

Bir terör denklemi daha. Bu denklemin tek bilinmeyeni var : "Bu zulüm ne zaman bitecek?" sorusu. Siyasiler çarpışadursun olan, hikayesi henüz yazılmamış hayatlara, henüz kurulmamış ya da kurulmuş çiçeği burnunda yuvalara oluyor. Olan, özlemle yüklü yüreklere, yollarda kalmış gözlere oluyor. Olan, tadılmamış hayallere oluyor.

Acı, salgın bir hastalık gibi her geçen gün büyüyerek yayılıyor. Birbirini hiç görmemiş, belki hiç tanışmamış insanları ortak paydada buluşturuyor, gözyaşlarını birbirine iliştiriyor.

"Çember daralıyor, terör örgütü köşeye sıkıştı..." açıklamaları geliyor devlet erkanından. Peki ya öte tarafta pervasızca genişleyen çember ne olacak? Hani şu kederle yüklü, ağıtla dolu olan ?...

Bu denklem artık çözülmeli.
Şehitler "sonsuz ()" a ulaşmadan...

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Erken Kaybedenler - Emrah Serbes


"Korhan Abi'nin kardeşi olduğu için Aycan*' ı sevemiyordum, o sene onun yerine Esra' yı seviyordum. "

"Okulun ilk günü silgi istemiştim Esra' dan. Silgisini ısırıp ikiye bölmüş, yarısını bana vermişti. Ben de ona aşık olmaya karar vermiştim."

"Parça parça silinip alakasız  hatıraların arasına karışmak..."


Emrah Serbes' in Erken Kaybedenler adlı kitabından satırlar bunlar. Erkek çocuklar ekseninde şekillenen hikayelerden oluşan bir öykü kitabı bu. Sade bir dil ve yalın bir üslupla yazılan bu hikayeler, sıradan; fakat sonuna kadar okuma isteği uyandırıyor. Zihni yormadan ve sanki kısa bir film seyrediyormuşçasına akıp gidiyor. Birkaç saatte bitirdim. Okurken beni gülümseten ve kendimce not düşülmeyi hak ettiğine inandığım birkaç satıra rastladım. Yukarıdalar.


Neden bilmiyorum ama kimi zaman, rastladığım ve hoşuma giden cümleler için "Bunu ben niye düşünmedim.." veyahut "Bu cümleyi ben kurmalıydım..."  gibi tatlı kıskançlıklar yaşıyorum.  "Parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmak..." cümlesinde de aynı kıskançlığı yaşadığımı itiraf etmeliyim :)

*Aycan' ı çizdim :




30.01.11
Kıskancım bu aralar.
Bir çift göze dahi tahammülüm yok o küçük dünyanda.
Bakir kalsın ben gelene kadar ellerin.

06.03.11
Küçük bir koydun kısa süreli demirlediğim.
Üzgünüm, limanlara dönmeliyim...

06.03.11

11 Haziran 2011 Cumartesi

Bittiğinde boşluk olur etrafında. Kalabalığa karışır unutmaya çalışırsın. Birkaç beden olsun ve boşluk dolsun diye...

19 Nisan 2011 Salı

Cevher...

"Kırılarak, dökülerek de olsa
 Gidiyordum yine
 Halbuki
 Kimim vardı ki
 Geri döndüğümde,
 Asmanın hikayesini dinleyecek.
 Kardelenin haline içlenecek.
 Kaç içli yürek kalmıştı,
 Öykülerimi sarıp sahiplenecek!
 Yıllar geriye yüzde kaçını bırakmıştı?
 Boş bir çabaydı
 Yaptığım akortsuz bir sazda çalınan hüzünlü bir parçaydı!
 Karanlık bir odada,
 Siyaha bağırmaktı!
 Acının sesi
 Bu kadar detone olmamalıydı!
 Hikayeler bitmez
 Elbet uydururdu bir başkası..."
                                                   -Mustafa Emre Kamış-

Biraz önce telefonumun ekranında beliren bu satırlar yetenekli arkadaşım Emre'ye ait.  İfadeleri etkileyici, anlatımı yalın, dili duru ve sade. Yazılarını okumaktan keyif alıyorum. Sağolsun o da her yeni yazısını kısa mesaj aracılığıyla bana ulaştırıyor. Yazdıklarını herhangi bir yerde yayımlamıyor (okuyamayanlar için ne büyük kayıp!). Göz değmemiş yazılar anlayacağınız.Yazımın başlığını da bu yüzden cevher koydum zaten.

Geçen gün neden bir web sayfası olmadığını sordum ve blog açması yönünde kendisine öneride bulundum.
Netle arasının iyi olmadığını söyledi ama burdan söylüyorum, maalesef, bu geçerli bi mazeret değil Emrecim :)

Önerimi yineliyorum : Artık bir blog açmalısın...

Yusuf ile Züleyha

"Aşk bütün kuralları yıkar...
Aşkın kendine özgü yasaları var..."

                                                                                       -Yusuf ile Züleyha Operası'ndan-

16 Şubat 2011 Çarşamba

İncir Reçeli

 


 Aşk üzerine çekilmiş güzel filmlerden bir tanesi. İmkansızlık, hayal kırıklığı ve akabinde gelen mutsuzluk temaları yoğun olarak kullanılmış. İlk bakışta klasik gibi gelebilir; fakat, kurgu güzel bir hikaye üzerine inşa edilmiş. Kimi sahnelerde Melike Güner'i doğallıktan uzak gördüm. Bir başka ifadeyle, bazı sahnelerde rolünün hakkını verememişti. Nitekim burda eksik olan bir şeyler var diye düşündüm. İzlenmesi gereken bir film. Ben etkilendim




Aklımda kalan birkaç replik: 

"İncir reçeli güzeldir."
"Babalar her zaman haklı değildir."
"Hani penceredeki yağmur damlaları bir yerde birbirine karışıp hızla akarlar ya ben de sana karıştım aşkım..."
"  - Kusmak yok.
        - Sevişmek yok. "


10 Şubat 2011 Perşembe

Kısaman

Aşk ve özlem temalı cümlelerimin değişmeyen nesnesisin...

Kısaman

Söyleyebildiklerim küçük ama sen söyleyemediklerimde büyüksün...



Not: Desen, sevgili hocam Levent Gönenç' e aittir ve http://www.leventgonenc.com/ adlı siteden alıntıdır.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Kısaman

 
Çok sevdiği horoz şekeri elinden alınmış çocuk gibiyim, geri verir belki diye gözlerini ovuşturmadan ağlayan...

 

29 Ocak 2011 Cumartesi

Kısaman

Uçurumun kenarındayım bir adım sonrası sonsuz öncesi boşluk...

 

26 Ocak 2011 Çarşamba

Eskilerden 1 Çalışma

Lise yıllarımdayken yaptığım bir yağlı boya tablo:



Karakalem


En son karakalem çalışmam. Pastel çalışmamı bitirene dek başka bir çalışmaya başlamayacağıma dair kendime söz verdiğimden uzun bir süre karakalem yapamamıştım...




Not: Resmin fotoğraf çekimi olduklarından 2 farklı ışıkta 2 farklı tonlama ortaya çıktı.


Tatildeyim ya yarım kalan işlerimi tek tek tamamlıyorum. 1 ay önce başlamıştım bu çalışmaya; fakat, tamamlamaya vakit bulamamıştım. Pastel boya ile yaptığım için de dikkatli bi çalışma gerektiriyordu. En nihayetinde bitirmiş bulunuyorum...



 Not: Bunlar resmin fotoğraf çekimleridir. Işık unsuru nedeniyle asıl resimden biraz farklı görünüyorlar.


25 Ocak 2011 Salı

Dikkatimi Çekenler





"Dikkatli bakıyor musunuz?..."

"İyi bir sihirbazlık gösterisi 3 bölüm ya da perdeden oluşur: Vaat, Dönüştürme ve Prestij. Sihirbaz, vaat bölümünde sihri sunar. Dönüştürme bölümünde şeyi yok eder; fakat, alkış almaz. Çünkü bir şeyi yok etmek, alkış almak için yeterli değildir. Onu geri getirebilmek de gerekir ki bu da prestij bölümüdür..."

Film bu ifadelerle başlıyor ve bitiyor. Başlarda iyi arkadaş olan ve birlikte gösteriler yapan 2 sihirbazın zamanla nasıl düşman olduklarını ve aralarında oluşan azılı rekabeti izliyoruz. Ayrılmalarına neden olan ise sihirbazlardan birinin (Alfred Bordan), bir gösteri esnasında  "bilmeyerek" attığı düğüm sonucu öteki sihirbazın (Robert Angier) eşinin boğularak ölümüne yol açması... 

17 Ocak 2011 Pazartesi

Yarım kalmış hikayeler görüyorum,
Gözlerine her baktığımda.
Her bir hikayenin kırıntıları batmış kalmış gözbebeğine
O yüzden dolu dolu bakıyor gözlerin,
Ağlamaklı...


Silik ifadeler görüyorum,
Karaladığın birkaç resimde.
Silik yüzler...
Belirginleştirmeyi unuttuğun için mi öyleler,
Yoksa,
Unutmaya çalıştıklarına ait olduklarından mı bilemiyorum...

11 Ocak 2011 Salı

Güne Dair

Yoğun bir yalnızlık yaşıyorum son birkaç gündür. Birçok insan etrafımda, yakınımda birçok "arkadaş". Ama öylesine yabancıyım ki, hani neredeyse onları tanıyor muyum diyeceğim; kendimi tanıyamıyorumdur belki de...
Gregor Samsa gibi sanki, birlikte; fakat ayrı. Bilindik; fakat tanıdık değil. Konuşan; fakat anlaşılamayan...